Depremin hepimizi sarstığı ilk günlerde yapılacak çok şey vardı. Ama neresinden, nasıl tutmalıydık? Çoğumuz kaygı ve huzursuzluk içinde birbirimize baktık. Dayanması zor olan, verdiğimiz kayıplar kadar, elimizden bir şey gelmediği düşüncesiydi. Onca kargaşada ipin ucundan tutup bir şekilde çekmeye başlayan ve böylelikle duygu, bilgi, hareket yumağını hafifletenler de vardı. Hatta epeyce çoklardı. Her birinin çok kıymetli emeklerine huzurunuzda teşekkürü borç biliyoruz. Bizi Bağlayan Şeyler: Zor zamanda güç veren hikayeler bülteninde sizi, sivil alanda hakların yaşatılması için organize edilen çalışmalardan içimizi ısıtan ve umudu büyüten birkaç örnekle buluşturuyoruz. İşte dört farklı ekiple yaptığımız dört farklı röportaj ve dirayetle bir ucundan tutanların hikayeleri:
Acıyı sağaltmak için oyun oynayanlar:
Sanatçılara çağrı yapan topluluk
Depreme biz de herkes gibi evde yakalandık, diyor Taner Kayar. Kendisi ve ekibi, Gaziantep’te yerleşik bir tiyatro topluluğu olan Teatro Ayntab’ı kuralı çok uzun zaman geçmemiş ancak oldukça aktifler. Ailelerini genelde tek katlı evlerin bulunduğu kırsal alanlara, köylere götürdükten sonra kimi arabalarda kalmış, kimi de şehri terk etmiş. İlk hafta; köyde, merkezde ve ilçelerde durumu kendilerinden daha kötü olanlara ellerinden geldiğince yardım ulaştırmaya çalışarak geçmiş. Sonra; öğretmen, eğitmen ve psikolog arkadaşlarıyla görüşerek bölgedeki çocuklar için neler yapabileceklerini konuşup tartışmışlar.
“Geleneksel ve modern pek çok oyun biliyorduk; bunları çevremizdeki çocuklarla oynamaya başladık. Baktık onlar da mutlu oluyor, oyalanıyor; acaba bu imkanı daha çok çocukla nasıl buluşturabiliriz diye düşünmeye başladık.”
Böylece gönüllü sanatçılar aranıyor mesajıyla bir açık çağrıya çıktıklarını anlatıyor Taner. #SanatHerYerde hareketinin 15-20 kişilik bir ekip olma hayaliyle yola çıktığını hatırlatıp ekliyor:
…İçimizde çıraklar dediğimiz lise öğrencileri de var, çok deneyimli oyuncular da. Fakat geldiğimiz noktada bu çekirdek takımın ötesine geçip herkese hitap eden bir ağa dönüşmek istiyoruz. Çünkü bizim kendi başımıza yapabileceklerimiz sınırlı. Bu yüzden bize gönüllü şekilde destek olabilecek ne kadar çok tiyatrocu, ressam, müzisyen, performans sanatçısını topluluğumuza katabilirsek o kadar şanslı sayacağız kendimizi. O zaman ne olacak derseniz, gidilmedik köy, oyundan mahrum kalmış çocuk bırakmayacağız. Sadece kendi şehrimizde, Gaziantep’te de değil; tüm deprem bölgesine elimizin yettiğince yetişiyor olacağız…
Teatro Ayntab topluluğu aslında bu konuda epey tecrübeli. Özellikle salgın döneminde sıkı çalışmışlar; parklarda, bahçelerde, kafelerde yaptıkları gösterimlere aldıkları olumlu karşılıkları görünce iyice umutlanmışlar. Bu umudu depremin sonuçlarının en keskin biçimde hissedildiği ilk günlerde yeniden canlandırmak elbette kolay olmamış. Bu zamanlar; farklı kanalların kendi alanlarında sürdürdüğü çeşitli destek çabalarını birbiriyle birleştirmeye; onları birbirinden haberdar edip ortak bir kolektif işin parçası kılmaya çalışarak geçmiş. Ekipteki herkes ilk şokla farklı bir yere dağılmış olsa da zihinsel olarak koodinasyon içinde kalmaya ve fikir alışverişinde bulunmaya devam etmek onları güçlü tutmuş. Bu süreçte yakın çevrelerinden, arkadaşları arasından çok kayıplar verdiklerini söylüyor Taner; biz de depremzedeyiz ve birbirimiz için bir şeyler yaptıkça acımızı da sağalttığımızı hissediyoruz derken bunu gerçek anlamda hissederek söylüyor.
Ekip gönüllü sanatçıları parçası olmaya çağırdığı #SanatHerYerde’nin dirayetli varlığını farklı şehirlere taşıyarak çocuklar ve gençlere dokunmaya devam ediyor. Projenin masraflarını şimdilik kendi ceplerinden karşılıyorlar ancak uzun vadede etki doğuracak işler yapabilmek için sponsorluk desteklerine açık olduklarının altını da çiziyorlar.
Topluluğun işlerini takip etmek ve gönüllü ağının parçası olmak için tıklayın.
Bilgiyi uç uca bağlayanlar:
Coğrafi veriyi herkes için açan topluluk
…Veri her yerde ama dağınık. Bunu derli toplu hale getirecek koordinasyon da yok. İnsanlar bir işi, birbirlerinden haberdar olmadıkları için aynı anda ve birden fazla kez yapabiliyorlar çoğu kez. Ve tüm bunlar bize hem değerli bir zaman ve enerji kaybına mal oluyor…
Can’ın da belirttiği üzere; depremin ilk günleri hatta haftalarında sıklıkla duyduğumuz bir gerçeklikti bu: Kaynak vardı ama bu kaynakların hedef odaklı, nokta atışı çabalarla yerlerine ulaşarak değerlendirilebilmesi için organize olunmaya, farklı kanallarda yürütülen farklı işlerin birbirleriyle ilişkilendirilmesine ihtiyaç vardı. Yer Çizenler Derneğinin çağrısıyla bir araya gelen OpenStreetMap topluluğu, tam da bu boşluğu -güçlerinin yettiğince- doldurmaya talip oldu. Depremden sonraki yaklaşık on gün içinde 7 bin kişi, bölgede bulunan 1.4 milyonun üzerindeki bina ile 70 bin kilometreden fazla yol bilgisini açık veriyle geliştirilen dijital haritaya eklemiş durumdaydı. Peki bu ne anlama geliyor?
…Google Haritalar gibi uygulamalar size a noktasından b noktasına nasıl gideceğinizi söylüyor; bu doğru. Ancak falanca yerleşim yerinde ya da filanca fay hattı boyunca kaç tane münferit bina var; bize bunun cevabını vermiyor. Özellikle de köylerdeki yerleşimler, dağ/bağ evleri, tarla ya da yaylalarda bulunan bağımsız yapılar için bu hiç mümkün değil. Bu tür haritaların size sunduğu uydu görüntüleri üzerinden; daha evvel alanda hangi binalar vardı, hangileri yıkıldı, bunu takip etme şansınız da olmuyor. Yani, bu tür uygulamalar size sahadaki değişimi takip etme ya da gözlemlediğiniz bir değişimi haritaya yansıtma olanağı vermiyor…
Bu sözlerin sahibi Yer Çizenler Derneğinden Can Ünen. Ekip 2017’den bu yana insani yardım amaçlı çalışmalarda kullanılmak üzere açık kaynaklı yani herkesin ulaşabildiği sistemler yoluyla kitlelerin katılımını sağlayarak ortak fayda için gönüllü çalışma fırsatları yaratıyor; güvenilir ve yine herkesin ulaşımına açık coğrafi veri üretip geliştirerek dolaşıma sokuyor.
Örneğin farklı toplulukların kendi hassasiyetleri doğrultusunda kullanabilecekleri çok dilli haritalar üretip bu toplulukların parçası olanların yaşama katılımlarını desteklemiş oluyorlar. Yer Çizenler ekibinin hem bir araya gelmeden önce bireysel çabalar ortaya koyarken hem de son yıllarda yoğun iş birliği içine girdiği önemli bir partnerleri var: Açık kaynaklı harita yazılımı Humanitarian OpenStreetMap (OSM) Kullanıcıların doğrudan katkı sunarak düzenleyip iyileştirebildiği, indirip çevrimdışı ortamlarda da kullanabildiği bir sistem olan OSM, Yer Çizenler’in 6 Şubat itibarıyla hızlıca harekete geçebilmeleri için yine verimli bir araç olmuş.
Yine diyoruz çünkü son çalışmalarının 2010 Haiti, 2015 Katmandu ve 2020’de küçük ölçekli de olsa İzmir depreminde yaptıkları uygulamaların bir tekrarı olduğunu anlatıyor Can.
…Biz daha evvel de bu işi afet süreçlerinde gönüllü olarak organize etmiş ve yaraların nasıl hızlıca sarıldığına tanıklık etmiştik. Bu yüzden o hızlıca derde derman olma duygusunun yükseldiği kritik zamanlarda ilk yöneldiğimiz teknik bu oldu: Yararını test etmiştik ve güvenliydi öte yandan hangi adımları, hangi sırayla atacağımızı biliyorduk…
Peki ilk adım neydi? Bu, bir topluluk işiydi ve başlangıcı yapacak birinci şey, hareketi gerçekleştirecek olan gönüllüleri bulmaktı. Böylece bir çağrı yaptılar: Depremin ilk haftasında altı gün boyunca her akşam canlı yayında interaktif bir mapathon aktivitesi gerçekleştireceğiz, dediler. Çalışmanın sonunda, depremden etkilenen alanlarda yardım ve müdahale kuruluşlarının kullanımına yönelik hem güvenilir hem güncel veri üretilmiş olacaktı.
…OpenStreetMap’i herhangi bir yerle iletişime geçmeden, doğrudan hesap açarak siz de kullanabilirsiniz. Biz Yer Çizenler olarak yalnızca gönüllü topluluğu yönlendirip ortaya çıkan verinin canlı ve güçlü kalmasını sağlamaya gayret ettik. Açtığımız yayınlara katılarak katkı sunanların sayısı ilk haftada 7 bini buldu. Bu insanlar, depremden fizikisel olarak zarar görmemiş ancak bir şekilde psikolojik olarak etki altında kalmış ve dünyanın hangi noktasında bulunursa bulunsun destek sunabilmeyi dert edinen kişilerdi. Yaptıkları üretimin kullanılıp kullanılmayacağı, bir hafta sonra işe yarayıp yaramayacağı değildi mesele; önemli olan, o verinin o haritaya işlenmiş olmasıydı…
Can’ın, o veri diye sözünü geçirdiği şeyi biraz daha anlamlı hale getirelim: Gönüllüler öncelikle uydu görüntülerini kullanarak deprem öncesine ait olan bütün bina bilgilerini haritaya işlediler. Bölgeden bu binaların hangilerinin çöküp yıkılmış olduğuna dair bilgiler geldikçe ilk işledikleri veriyi sürekli güncellediler. Harita zamanla; çadırkentler, geçici eczaneler, sağlık yardım noktaları gibi yeni adreslerde hızla oluşturulan alanları da içererek zenginleşmeye başladı.
Burada kilit noktada bulunanlar, veriyi üreten gönüllü topluluk ile kullanıcılardı, diyor Can. Bölgedeki ihtiyaçlar ve birincil sırada önem arz eden konular sürekli güncelleniyordu. Ve bu güncellemeler ışığında hayati hale gelen ne ise onun bilgisinin haritaya eklenme şansı doğuyordu. Her kullanıcının aynı zamanda haritayı başkalarının kullanımını kolaylaştıracak şekilde geliştirme şansı her zaman vardı. Üstelik bütün haritayı indirmek zorunda da değildiniz hiçbir zaman.
…Bölgede bulunanlarla iletişim kurduğumuz whatsapp ve telegram grupları üzerinden hızlıca neye ihtiyaçları olduğunu öğreniyor ve nokta atışı yönlendirmeler yapıyorduk. Örneğin kurtarma ekipleri bize, ben x sokağında hangi binaların yıkıldığı bilgisini edinmek istiyorum ya da y noktasından yıkılan a, be ve c binalarına nasıl ulaşacağımı bilmiyorum dediğinde; kendileriyle yalnız ihtiyaçları olan bilgiyi paylaşıyorduk. İnternetin çok kısıtlı olduğu günlerde böyle parçalı bilgi paylaşımı işleri kolaylaştırdı. Uluslararası Kızılay ve Kızılhaç Konfederasyonları da bu dönemde bizlerle irtibata geçerek sürece katkı sundu. Aslında bu verileri ülkemizdeki resmi kurumlar da işliyor ama bunlar herkesin kullanımına açık ve erişilebilir durumda değil. Öyle olsa bile sınırlı internet gücü nedeniyle deprem ertesindeki en kritik saatlerde ulaşılamaz hale geldi. Ancak duyduk ki, OpenStreetMap ya da Organic Map gibi uygulamalardan haberdar olanlar bölgeye, bu haritaları indirip gittiklerinden internet bağlantısına hiç ihtiyaç duymadan örneğin Antakya ve İskenderun’da iki nokta arasında rota çizip yollarını bulabilmişler…
Can, sohbetimizin farklı duraklarında tüm çalışmalarının bilginin kapalı kalmamasına hizmet ettiğini özellikle vurguluyor. Kişisel veriler, ulusal güvenliğin kapsamına giren konulara dair içerikler dışarıda kalacak şekilde, her türlü verinin katkı sunulabilir halde dolaşıma sokulması; afet öncesinde, sırasında ve sonrasında yaratıcı faydalar oluşturabiliyor.
…Evet, arama kurtarmanın artık bölgede işi kalmadı ama şimdi sırada iyileşitirme, yeniden yapılandırma çalışmaları var. Ve söz konusu veriler bu süreçlerde de çok işe yarayacak. Geçici barınma alanlarında kalan insanlar için fırınların, marketlerin ya da sağlık ocaklarının nerede bulunduğu bilgisi çok değerli. Eczaneler örneğin… Alanda depremden önce kaç eczane vardı; kaçı yıkılmış olarak işaretlenen binaların altında kaldı, bunlardan kaçı kullanılabilir durumda? Diyelim ki bir ilçedeki 20 eczanenin 19’u yıkıldı. O zaman burada bir sahra eczanesinin kurulmasına ihtiyaç var, diyebiliyoruz. Ve bundan sonası için de bölgede yaşayanların yeni ihtiyaçlarının haritayı nasıl daha verimli kullanacaklarını belirleyeceğini öngörebiliyoruz….
Bu birkaç kişinin sırtında yürüyen bir iş değil, sohbetin sonuna doğru bundan emin oluyoruz. Dünyada yalnız çok güçlü topluluklar bu işi kalıcı hale getirebiliyor. Deprem, Yer Çizenler’in çağrısıyla bir araya gelen gönüllü kalabalığını buluşturmak için talihsiz bir vesile oldu, bu aşikar. Fakat çalışmaların devam etmesi için yeni talihsizliklerin olmasını beklemeye gerek yok. Şimdi birinci öncelik, işin veri doğrulama kısmı. Can ve ekibi, tam da bu noktada topluluğa kılavuzluk ediyor. Bu insanları baştan beri onlar yönlendirdiler; dolayısıyla onların yaptığı ya da yapacağı hatalardan da kendilerini sorumlu tutuyorlar. Ulusal ve uluslararası düzlemdeki tecrübeli OSM topluluğu kullanıcıları ile verilerin nasıl temizleneceğine dair koordinasyon halinde çalışmaya devam ediyorlar. Bir yandan gönüllüleri, harita verilerini telifsiz olarak çekebilecekleri yeni kaynaklara yönlendirebilirler mi diye araştırırken, ekibin interaktif olarak gerçekleştirdiği mapothon aktivitesi haftada iki akşam canlı yayınla meraklılarıyla buluşmayı sürdürüyor. Bu yayınlar vesilesiyle topluluk, OSM’yi nasıl daha etkin kullanabileceğine dair bilinç de kazanmış oluyor.
Canlı yayınları takip etmek için tıklayın.
Yer Çizenler Derneğinin çalışmalarını takip etmek için tıklayın.
Web sitesi | Instagram | Twitter
Derdin dilinden anlayanlar:
Kuşların iyiliği için kanatlanan topluluk
…Kuş deyince insanın aklına özgürlük geliyor; sınırsızca uçabilen, kendi başının çaresine bakabilen canlılar geliyor. Fakat durum pek öyle değil. Avlanıyorlar, yakalanıyorlar; elektrik akımına kapılıyor, zehirleniyor, cama çarpıyor, kedi köpek tarafından yaralanıyor, hatta hayatlarını kaybediyorlar…
Simurg Kuş Yuvası Derneği kurucularından Alaz Uslu’nun sohbetimize başlarken ilk sözleri bunlar oluyor. Yaban Hayatı Uzmanı olan Alaz’dan, Güneydoğu Anadolu’nun, anavatanından koparılıp da Türkiye’ye bir şekilde giriş yapan kuşlar için kritik bir ihraç yolunu oluşturduğunu öğreniyoruz.
…Dolayısıyla bölgede gerçekleşen bu kadar yıkıcı bir hadisenin elbette her canlı kadar kuşları da zorda bırakacağını biliyorduk, bundan emindik…
Alaz bir yaban hayatı uzmanı. Parçası olduğu Simurg Kuş Yuvası topluluğu ise kurucuları veteriner hekimlerden, uzman biyologlardan- ornitologlardan, hukukçulardan, doğa korumacılardan oluşan multidisipliner bir aile. Normal şartlar altında yardıma muhtaç kuşların tedavileriyle ilgileniyor, rehabilitasyon süreçleri sonunda doğaya dönmelerini sağlıyor, doğa koruma alanında bilimsel proje ve yayınlar üretiyorlar. Kuş kurtarma alanında çalışan tek sivil toplum örgütü olan Alaz ve ekibi, depremin ilk günlerinden itibaren bölgede ellerini taşın altına koyarak tüm güçlerini seferber edenlerden oldular.
İşe, kendilerini tanıtıp desteğe hazır olduklarını söyledikleri sosyal medya paylaşımlarını dolaşıma sokarak başlamışlar. Bu paylaşımlar hızla viral bir etki yaratmış ve Simurg’un bu ülkede eşi olmayan özgün çabasından kısa süre içinde çok sayıda insan haberdar hale gelmiş.
…Sonra bize ilk olarak Hatay’dan bir aile ulaştı. Evlerinin yıkıldığını ve Mersin’e göçmek zorunda kaldıklarını söylediler. Balkonlarında, muhabbet kuşu ve sultan papağanı türlerinden oluşan 43 kuşun bulunduğu bir sürüye bakıyorlarmış. Onların ihbarının ardından kuş grubumuzun Ankara’ya naklini gerçekleştirdik. Bu aile hala bizi arayıp kuşların durumunu soruyor. Her şeyin yolunda olduğunu söylediğimizde, ben şartlarımı düzelttiğimde, ekonomim düzeldiğinde, size yardım etmeye başlayacağım; diyorlar. Henüz kendi düzenlerini kuramamış olmalarına rağmen bu hassasiyete sahip olmaları çok değerli…
Alaz şu ana kadar enkaz altında kalmış 169 kuşun kurtarma ve nakliye çalışmalarını tamamladıklarını söylüyor. Yanı sıra 75 güvercinin de Ankara’ya getirilmesini sağlamışlar. Ancak iş bununla bitmiyor. Depremzede kuşların çoğunluğunun sağlık problemleri var.
…Bu hayvanlar tamamen yabancı ve yeni bir ortama, uzun saatlerce süren aç susuz yolculukların sonunda varıyor ve karşılarında bizleri görüyorlar. Tanımadıkları bir çevre… Tanımadıkları insanlar… Tanımadıkları bir iklim… Aslında bu, Güneydoğu’dan Anadolu’ya yaptıkları bir göç. Biz ekip olarak onların uyuyacakları saatten, hangi bitkisel çayın psikolojilerine iyi geleceğine kadar tüm detayları incelikle düşünerek planlıyoruz. Sınırlayıcı faktörleri göz önünde bulundurarak hamle yapılması gerek. Ve bu hamleler arasında maalesef sahiplendirme yer almıyor. İnsanlar diyor ki, işte bir hafta geçti tamam, iyiler. Hayır değiller. Bu kuşun bu travmayı aşması yıllar alacak. Bu yüzden yuvalanma taleplerini geri çeviriyoruz…
Simurg Kuş Yuvası Ekibi; gerekli tedavileri uygun protokoller ışığında uygulamanın yanı sıra hayvanların ihtiyaç duydukları karantina ortamını sağlamaya da özen gösteriyor. Zira hasta kuşların birbirlerine bulaştırıcılık bakımından risk oluşturmasının önünü almak ancak böyle mümkün. Bunun için depremzede kuş odası adını verdikleri özel bir alan oluşturmuşlar. Karantina şartlarını yaratırken de Uluslararası Yaban Hayatı Rehabilitasyonu Konseyi ve Uluslararası Hayvan Refahı Fonunun belirttiği protokolleri uyguladıklarına dikkat çekiyor Alaz. Ekibin uzmanlığını evrensel anlamda tanımlanmış kılavuzluk ve prensipler çerçevesinde ortaya koyduğunun herkesçe anlaşılmasını önemsiyor.
…Belki insanların kuşları, kedi ya da köpekler kadar önemsemiyor oluşu duygudaşlık kurmalarına engel oluyor, belki de bu yüzden ihtiyacımız olan desteği tam manasıyla alamıyoruz. Ancak şu var; bakımını üstlendiğimiz bu 169 kuşu bir sene sonra buradan çıkaracağız gibi bir olasılık bulunmadığından bizim bu hayvanların bakımını sürdürülebilir bir modelle gerçekleştirebiliyor olmamız gerekiyor. Bunun için de geçmiş dönemlerde yurt dışında iş birliğine gittiğimiz bir takım paydaşlarımızla tekrar iletişime geçme yoluna gittik. Ve bunun Türkiye’de de olmasını bekliyoruz aslında. Böyle bir çağrı yapılabilir. Çünkü önümüz bahar, üreme dönemi; kaynak ihtiyacımız katlanarak artacak. Bu noktada destek tekliflerine açığız…
Simurg Kuş Yuvası Derneğinin çalışmalarını takip etmek için tıklayın.
Çocuklar için ışığı çoğaltanlar:
Haklara duyarlı üretimle güçlenen topluluk
…Özellikle, herkes bunu yapıyor, biz de bunu yapalım, gibi bir yerden değil, bir araya gelmiş uzmanların daha önceki deneyimlerden edindiğimiz bilgiyle yola çıktık…
Son birkaç haftada yaşadıklarımız bize, gerekmedikçe yeniden üreten değil; içerik, yapı ya da süreçleri koordine ve organize eden olmanın nasıl farklar yarattığını açıkça kanıtladı.
6 Şubat günü FİSA Çocuk Hakları Merkezinin çağrısıyla bir araya gelen Afet Çocuk Sivil Koordinasyon Ekibinin deneyimlediği de buydu. Ekip gönüllülerinden Gözde Durmuş, bölgeye olabildiğince hızlı biçimde insani yardım ulaştırmanın önemine dikkat çekmeyi ihmal etmeden, kendilerinin daha çok, afet yönetiminin hak odaklı bakış açısıyla nasıl gerçekleştirilebileceği sorusuna odaklandıklarını anlatıyor.
…Medyanın rolü, oraya giden gönüllü ve çalışanların çocuklarla teması ve deprem bölgesine ulaşan insani yardımın nasıl yapılacağı gibi konularda daha önceki depremlerden ve diğer olaylardan getirdiğimiz bilgi ve tecrübemiz vardı. Grubumuzdaki herkes, bunların her birinin çok önemli başlıklar olduğunda mutabıktı. Böylece çabucak koordine olmamız gerektiğinin farkında olduğumuz o ilk zamanlarda, kolayca yaygınlaştırılabilecek, pratik bilgilerden oluşan içerikler üretmeye başladık….
Gözde’nin aktardıklarından anladığımız ekibin, deprem bölgesinde sahada birebir çalışmalar yürütenlerin yanında, şu an sahanın uzağında bulunanları da içerdiğini öğeniyoruz. Bu çeşitlilik, kendiliğinden bir iş bölümü oluşmasını da sağlamış: Bölgenin uzağında bulunanlar enerjilerini; içerik üzerinde çalışarak bilgi notları hazırlamak, süreci daha şeffaf hale getirecek şekilde kamuoyunu bilgilendirmek ve dikkatleri, yeri geldiğinde gereken konulara çekmek için harcamışlar. Böylece uyum içinde hareket eden çalışma grupları ortaya çıkmış. Bu gruplar; geçici barınma alanları, kayıp refakatsiz çocukların takibi, psikososyal güçlendirme, mahpus çocuklar, izleme çalışmaları gibi farklı başlıklara odaklanıyor.
…İlk çağrımız çocukların fotoğraflarının kullanılmasıyla alakalı oldu. Daha sonra kayıp çocukların gündeme oturduğunu ve dolayısıyla onların mahremiyeti ve haklarının korunması noktasında sıkıntılarla karşılaşıldığını gördük. Bu sebeple farklı alanlarda farkındalık yaratıcı güvenilir uzman bilgisi üretmeye ara vermeden devam ettik. Özellikle, ilk yayınladığımız içeriklerden olan çocuklarla iletişim metni, ilk aşamada sahaya giden hemen hemen tüm kurumların faydalandığı bir çıktı oldu. Bu içeriği bazı kamu kurumlarının sahaya giden personellerine ilettiğini duyduk hatta. Aynı şekilde refakatsiz çocuklarla ilgili başlattığımız #ÇocuklarınTakipçisiyiz kampanyası da çok geniş bir alanda karşılık buldu. Genel olarak çok olumlu geribildirimler alıyoruz. Sahadaki ihtiyaçlara göre içeriklerimizde değişiklik de yapıyoruz. Örneğin geçici barınma alanlarıyla ilgili kontrol listesi hazırlanmıştı; bu, sahada kullanılıyor ve sürekli güncelleniyor. Bu ihtiyaçlara cevap veren adımlar atmaya çalışırken, çocuk haklarını koruyan bir bakış açısını yaygınlaştırmak, bundan ödün vermemek için de özel çaba harcıyoruz…
Herkesin bireysel olarak katılım gösterdiği Afet Çocuk Sivil Koordinasyon ekibinin şu an için kurumsal bir temsiliyeti yok. Kendilerine ait sosyal medya hesapları da… Üretimlerini genellikle kişisel hesaplardan ve diğer kurumsal sivil toplum yapılanmalarının hesapları üzerinden yaygınlaştırıyorlar. Web siteleri ise geçen hafta hayata geçmiş. Yanı sıra bir duyuru kanalı da oluşturmuşlar. Düzenli toplantılarla yaptıkları buluşmalarda işleri nasıl kalıcı hale getirebileceklerini de tartışıyorlar.
Afet süreci uzun soluklu bir iş, diyor Gözde. Bu yüzden çalışırken bir yandan kendilerini güçlendirmeye de enerji ayırdıklarını söylemeyi ihmal etmiyor. Ekip iş birliğine büyük emek veriyor. Aralarında ulusal ve uluslararası kurumlarla ilişki geliştirenler de var. Esnek olduğu kadar ortak çalışma prensiplerine sadık hareket eden bir yapıları var. Gönüllü desteği ise, tüm kendiliğinden seferber olan gruplar gibi, her daim ihtiyaç duydukları bir kaynak.
Afet Çocuk Sivil Koordinasyon ekibinin çalışmalarını takip edin.