Tozlu vitrinlerin ardında sessizce duran objeler…
Kimi zaman bir madalya, kimi zaman bir kumaş parçası, kimi zaman taş bir sütun.
Hepsi, bir dönemin tanığı. Her biri olup bitene dair bir hikaye anlatır.
Peki bu anlatıların ne kadarı, geçmişten taşıdıkları sesleri geleceğe de aktarabilecek? Bu sorunun cevabı biraz da dünyadaki yaşamı yarın için ne kadar güvenceye alabileceğimizle ilgili.
Gül, Eda ve Gülşah’la tanışalım. Farklı şehirlerde yaşayan üç kadın, müzelerin korunması için çalışan Museums for Future -MFF (Gelecek için Müzeler)’in ilanları aracılığıyla bir araya gelmiş. Arkeolog ve kitap editörü olarak çalışmalarını sürdüren Eda, kültür varlıklarını koruma programında yüksek lisans yapıyor. Gül, arkeoloji ve coğrafya bölümleri mezunu, iklim değişikliği kapsamında kültürel mirasın korunması yönünde araştırmalar yürütüyor. Gülşah ise müzecilik bölümü doktora programında.
Uluslararası bir ağ olan MFF’in Türkiye ayağını kuran bu üçlü, üç yılı aşkın zamandır aktif ve gönüllülerin de katkısıyla üretimlerini sürdürüyor. Makaleler ve gazete yazıları kaleme alıyor, podcastler yayınlıyor, farklı araçlarla dijital aktivizm yapıyorlar. Biz Sivil Düşün ekibi olarak kendileriyle bundan iki yıl evvel, dünyalar. girişiminin topluluk kuluçkasında tanıştık. Ekip tüm programı büyük emeklerle bitirip sonunda başvurdukları çalışmalarıyla Sivil Düşün desteklerinden yararlanmaya hak kazanan topluluklardan biri oldu.
Gelecek için Müzeler Türkiye topluluğu, şemsiyesi altında bulunduğu uluslararası platform olan MFF gibi küresel ısınmayı +1,5°C eşiğinin altında tutarak iklim adaletine ulaşmayı amaçlayan Paris İklim Anlaşmasını destekliyor. Ama dünyadaki iklimin ve dolayısıyla yaşamın yararına hayata geçirdikleri tek eylemleri bu değil.
Ekip, müzelerin rolünü yeniden düşündürmek, kültürel mirasın korunmasını iklim adaletiyle yan yana getirmek niyetiyle bir fikir üretti. Sivil Düşün desteğiyle çalışmaya dönüşen bu fikirle müzeler, sadece sergileme ve koruma alanları olarak değil, iklim kriziyle mücadelede aktif rol alabilecek kamusal alanlar olarak da ele alındı.
Peki nasıl?
İlk adım, soruları büyütmekti: Müzeler iklim değişikliğinden nasıl etkileniyor? Bu değişim kültürel mirası nasıl tehdit ediyor? Müzeler bu krize karşı nasıl bir rol oynayabilir?
Yanıt ararken tek başlarına yürümek yerine; müze çalışanlarını, kültür-sanat profesyonellerini, sivil toplum temsilcilerini ve politika yapıcıları aynı masa etrafında buluşturdular.
Çünkü çözümün, sadece bilgiyle değil, birlikte düşünmekle, birlikte hayal kurmakla ve birlikte harekete geçmekle mümkün olduğuna inanıyorlardı.
İklim krizi denince çoğu zaman akla eriyen buzullar, kuraklık ya da seller geliyordu. Ama kriz, yalnızca doğayı değil kültürel mirasın kendisini de tehdit ediyordu. Aşırı hava olayları, artan nem ve sıcaklık dalgalanmaları müze yapılarında fiziksel bozulmalara yol açarken; koleksiyonların, arşivlerin ve tarihi yapıların korunmasını da her geçen gün zorlaştırıyordu. Üstelik bu alanda müzeleri ve miras alanlarını iklim krizine karşı koruyacak somut bir mevzuat, henüz mevcut değildi. Tüm bu nedenlerle, müzelerin sadece geçmişi anlatan yerler değil; iklim değişikliğine karşı da söz söyleyen, çözümler geliştiren alanlara dönüşmesi her zamankinden daha hayati görünüyordu. Çünkü doğayla birlikte belleği korumakla da sorumluyduk.
Manzara netleşince, ekibin eylem planı da adım adım belirgin hale geldi:
Öncelikle müzelerin iklim krizi karşısındaki potansiyelini görünür kılmak için kapsamlı bir yol haritası hazırladılar. Hangi adımların atılması gerektiği, bu dönüşümün hangi politikalarla desteklenebileceği üzerine çalıştılar. Ardından, müzelerin bu değişime nasıl ayak uydurabileceğini anlatan bir rehber oluşturdular: Yeşil Müze Rehberi. Bu rehber yalnızca kurumlara özel değildi; aslında bir ziyaretçinin bile müzeye adım attığında fark edebileceği bir dönüşümün ipuçlarını taşıyordu.
Bu sürecin en özgün parçalarından biri ise Müze Kiti oldu. Eğitim materyallerinden farkındalık araçlarına kadar pek çok içeriği barındıran bu kit, hem müze çalışanlarının hem de ziyaretçilerin iklim kriziyle daha bilinçli bir ilişki kurmasını amaçladı. Kitin ve rehberin etkisi ise kağıt üzerinde bırakılmadı; pilot uygulamalarla sahada denendi, gözlemlendi, geliştirildi.
Tüm bunlar olurken içerik kadar ilişki biçimlerine de özen gösterildi. Paydaşlarla yapılan görüşmeler, bu alanın sadece bilgi değil bağ kurma meselesi olduğunu bir kez daha hatırlattı. Çünkü dünyanın kaynaklarını koruyarak sürdürmek, teknik bir hedef olmanın çok ötesinde; birlikte düşünmenin, birlikte yürümenin bir sonucu olarak ortaya çıkabilirdi ancak.
20 yıla yakın zaman önce, iklim değişikliğine dair raporlar hazırlanıyor, insan yaşamının tehdit altında olduğu uyarıları yapılıyordu. Yine de çok az insan, o günlerde, bugün içinden geçtiğimiz zamanları hayal edebilirdi. Tıpkı bir gün müzeler sadece geçmişi değil, geleceği de koruyacak, deseler bunu nasıl yapacaklarını hayal edemeyeceğimiz gibi.
Ama bugün farklıyız. Bugün hayal edebildiklerimizin de ötesine şekil verecek ufka, güce ve öngörüye sahibiz. MFF gibi ekiplerin inisiyatifiyle geleceğe taşımak istediğimiz ne varsa tasarlıyor ve hayata geçiriyoruz. Müzelerimize ve onların barındırdığı tanıklılara yeni dünyaya geçiş yapmalarında eşlik ediyoruz. Geçmişimizi yanımızda taşıyoruz. Bakalım sırada ne var?